Hz. Muhammed’in vefatına yakın günlerde, vefatı sırasında ve daha sonraları yaşanan bir takım olaylar, İslam toplumunda görüş ayrılıkları oluşması ile bunların gelişerek mezhepleşmesinde başat rol oynadı. Bu olayların temelinde ise devlet başkanlığı meselesi yani hilafet/imamet tartışmaları yatıyordu.
Hz. Muhammed, dini anlatma ve açıklamakla yükümlü bir peygamber olmasının yanında, 622 yazında Medine’ye Hicret’inden itibaren bu şehir devletinin idaresi görevini de üstlenmişti. İslam inancında, Allah’ın tüm âlemlere rahmet olarak gönderdiği son peygamber olan Hz. Muhammed'in nübüvveti, 13 Rebiulevvel 11/8 Haziran 632’deki vefatıyla birlikte sona erdi. Ancak devlet başkanlığı makımına gelecek kişinin belirlenme şekli, Müslümanlar arasında ciddi bir soruna dönüştü.
Konuyla ilgili kaynaklarda yer alan çeşitli rivayetlerden, Hz. Muhammed’in ölüm hastalığı esnasında yakınları ve akrabaları arasında hilafet konusunun mevzubahis edildiği, halifenin kendilerinden olmaması durumunda ilerisi için bir kısım endişeler taşıdıkları çıkarsaması yapılabilir. Bu esnada Hz. Muhammed’in kendisinden sonra halife yahut imamın kim olacağını açıklayacağı bir vasiyet yazdırmak istediği ancak bunun Hz. Ömer tarafından engellendiği şeklindeki rivayetler, mezheplerin teşekkülünün zeminini meydana getirdi.
İlk kıvılcım: Ensar-Muhacirin ayrışması
Hz. Muhammed’in vefatını takiben, Ensar (savuncular, yardımcılar) adıyla anılan Medineli Müslümanlar, Hz. Muhammed'in ardından din ve dünya işlerinin yürütülmesinin kendilerine ait olduğu iddiasıyla müzakerelere başladılar. Hatta Ensar içinden bir grup, Sa’d Bin Ubade’yi halife adayı ilan etti. Ensar, İslam’ı kabul ederek Müslümanların güçlenmesini sağladıkları, Mekke’den Medine'ye göç eden Kureyş kabilesinden Müslümanlara yani Muhacirlere (Muhacirin) kucak açtıkları gibi gerekçelerle devlet başkanlığının kendi hakları olduğunu öne sürdü.
Kureyş’in (Hz. Muhammed’in mensubu bulunduğu) Haşimoğulları (Haşimi) boyunun ileri gelenleri, Hz. Ali ile birlikte İslam peygamberinin defin işleriyle meşgul oldukları için bu tartışmalarda yer almadılar. Ancak rivayetler, onların riyaset meselesinin kendi görüşlerine başvurulmaksızın halledilmesine gücendiklerini gösteriyor.Muhacirlerin önde gelenlerinden Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde, bu gelişme üzerine Sa’d’ın evine giderek tartışmaya katıldılar. Muhacirlerin görüşlerini dile getiren Hz. Ebu Bekir, uzunca bir konuşma yaparak Ensarın hakkını teslim etmekle beraber, eza ve cefa çekenlerin, yurtlarını terk edenlerin kendileri olduğunu anlatarak hilafetin Kureyş’e aidiyetini belirtti. Tartışmalar sonunda Hz. Ebu Bekir halife seçildi. Böylece İslam tarihinde, halifelerin seçimle vazifeye geldikleri çok özel bir periyod olan Hulefayı Râşidin (Raşit Halifeler) Dönemi başladı.
Hz. Ebu Bekir’in seçildiği gün, aralarında Abbas Bin Abdulmuttalib, Fazıl Bin Abbas, Selman-ı Farisi, Ebu Zer, Zübeyr Bin Avvam, Ammar Bin Yasir, Ubey Bin Ka’b ve Mikdat Bin Esved’in yer aldığı Muhacirler ve Ensardan bazı kişiler, Hz. Ebu Bekir’e biat etmeyip Hz. Ali’nin halifeliğinden yana görüş belirttiler. Lakin Hz. Ali, kendi lehine gelişen tavırlara karşı çıktı.
Ertesi gün mescitte yapılan genel biatta, sahabe (Hz. Muhammed'i bizzat gören, hal ve tavırlarına tanıklık eden kişiler) arasından, Hz. Ali hariç, ismi geçen herkes Hz. Ebu Bekir’in riyasetini onayladı. Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’in kızı olan eşi Hz. Fatma’nın Hz. Ebu Bekir’e duyduğu kırgınlıktan dolayı biat etmeyi geciktirdiği, Hz. Fatma’nın vefatından sonra ise biat ettiği bilinmektedir.
Hz. Muhammed adına ümmetin idaresini üstlenecek kişinin tespit edilmesi, yani hilafet yahut imamet meselesi, Müslümanların yüz yüze kaldığı en büyük ihtilaf olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ihtilaf, günümüze kadar süren en uzun süreli anlaşmazlık konusudur; İslam toplumu hiçbir konuda, bu meselede olduğu ölçüde anlaşmazlığa düşmedi. Bizatihi hilafet ve imamet kavramları, mezheplerin konuya bakış açıları doğrultusunda belirlendi. Şia, imamet kavramının içeriğine çeşitli anlamlar yükleyerek konuyu iman boyutuna taşırken, Ehl-i Sünnet ise meseleyi Hz. Muhammed’den intikal eden toplumsal bir problem olarak değerlendirip hilafet kavramını bu çerçevede açıkladı.
Şia’nın düşüncesine göre, Hz. Muhammed bir vasiyet yazdırmış olsaydı, din ve dünya işlerinin yürütülmesi vazifesini mutlaka amcasının oğlu ve damadı olan Ali Bin Ebu Talib’e verdiğini, onun kendisinin naibi ve halefi olacağını belirtecekti. Fakat maksatlı olarak, Hz. Muhammed’in vasiyet yazdırmasına imkan sağlanmadı. Şia’ya muhalif fırkalar ise böyle bir durum gerekli olsaydı Hz. Muhammed’in ahirete intikal etmeden önce bunu mutlaka gerçekleştireceğini, çünkü dini tebliğ etmenin zaruri görevi olduğu şeklinde görüş serdetti.
Başlangıçtaki hilafet tartışmalarında, delil olarak herhangi bir nas (Kuran-ı Kerim veya hadis-i şeriflerde yer alan açık ve kesin hüküm) zikredilmedi. Mesele, teorik bir çerçeve çizilmeden ele alındı ve Arap siyasi geleneği uyarınca kabileler arası denge gözetilerek çözümlenmeye çalışıldı.
İslam dininin yasak ve tavsiyeleri ile Hz. Muhammed’in yoğun çabaları sayesinde kaybolmuş gibi görünen Arapların asabiyet alışkanlıkları, İslam peygamberinin vefatıyla yeniden etkisini gösterdi. Ensar arasında görüş birliğine varılamamasında kabileler ve boylar arasındaki husumet etkili oldu; asabiyet unsurunun tamamen yok olmadığı ortaya çıktı.
Tartışmalar sonunda ilk halife seçilen Hz. Ebu Bekir, kendisine biat edilmesi konusunda oldukça hoşgörülü davrandı. Biati geciktiren Hz. Ali ile biat etmeyen Sa’d Bin Ubade’ye hiçbir baskı yapılmadı.
Kaynaklar: İslâm Mezhepleri Tarihi, Ed. Hasan Onat, Sönmez Kutlu, Grafiker Y., Ankara, 2012.
İslam Düşünce Tarihinde Mezhepler, M. Saffet Sarıkaya, Rağbet Y., İstanbul, 2011.
Başlangıçtan Günümüze İslam Mezhepleri Tarihi, Mustafa Öz, Ensar Y., İstanbul, 2011.
Mezhepler Tarihi ve Terimleri Sözlüğü, Mustafa Öz, Ensar Y., İstanbul, 2012.
Mezhepler Tarihi Sözlüğü, Cevad Meşkûr, Ankara Okulu Y., Ankara, 2011.