25 Aralık 2016 Pazar

söyle
şimdi hangi türkü bastırır senin acını
söyle
hangi dağ erimez seni haykırışımda
söyle  
nasıl masum olduğumu sana aldanışımda
hangi çiçek senin kokunu anımsatabilir ki
hangi mevsim  de senin kadar güzel gülümseyebilir  ay

Ahh mumin'em söyle hangi diyar da sema senin kadar güzel olur
Hangi diyar da rüzgar senin kadar endamlı olur
söyle
hangi çölde aramam lazım seni
Kaç gün daha ölmem lazım
kaç yağmur daha beklemem lazım

Ahh mumin'em  can çeken kuşa merhamet işlemez
Ahh mumin'em can çeken kuş pişmanlıktan anlamaz
Ama ölümden daha acı bir şeyin olduğunu anlar
Ali üçpunar
konya Ankara yolu hızlı tren
 11.12.16 cumartesi

4 Aralık 2016 Pazar

Sana Rağmen

Sana Rağmenİçimde kanayan yanıma
Kanattığın yarama rağmen,
Seni seviyorum,


Bilesin…

Pırıl pırılsın hala
Uyanamadığım düşümsün
Doyamadığım gülüşümsün
Sevgili…

Bir kuytu mavisin
Dokunulmamış, el değmemiş
Tenha bir koy gibisin
Ve bir denizsin ki, sevgili
Henüz keşfedilmemiş

Seni hala çok seviyorum

Bir bilsen seni essiz kılanları,
Uğrunda yakılıp yıkılanları,
Gözlerinde uyuyup,
Gamzende uyananları,
Bir bilebilsen...

Seni sevmek,
Seni anlayabilmek kadar güç,
Yokluğuna yanmak,
Yürek ister,
Varlığını bilmek dahi büyük suç!
Ki sana rağmen;

Hala çok seviyorum, bilesin
 
Ali Üçpunar
 
Sen Oluyorsan

Korkarım,
Uğurlamaktan geceyi,
El salladığım giz(em) ,
Sen oluyorsan,
Tir tir titretir beni,
Çehreni şekillendirmek ay çemberine,
Aylinlere dolan poz,
Sen oluyorsan,

Korkarım,
Karşılayamam güneşi,
Dağ yamaçlarında ışıldayan göz,
Sen oluyorsan,
Utanır,
Nar-ı cehennem bile utanır yangınımdan,
Düğüm düğüm düğümlenir heceler gırtlağımda,
Korkarım ki,
Mahcup olmakta güneş,
Kavruk topraklarda yanan köz,
Sen oluyorsan,

Var mı ki sen olamayan bir şey,
Açar mı çiçek sen kokmadan,
Filizlenebilir mi yaprak,
Saklar tenini kozalaklarında,
Saklar ipekböcekleri,
Lütfet ki; var olayım,
Dokunsun gözlerim gözlerine,
Dayanmaz kelebek yüreğim,
Dokunsun!
Lütfedersen sevgili,
Gözlerinde öleyim.
 
Ali Üçpunar
Ten

Ten ne?
Nasıl tükenir ateş bir tende,
Hangi ten kavrulmaz,
Söyle; hangi ten yanmaz ki bu alevde.

Sarısında ısınır alev kızılı,
Duman, kıvrım kıvrım teninin sarısında,
Ay ikiye bölünür gülüşünle,
Sisli, puslu, bir gece yarısında.
Hangi mabedin ibadeti yansır yüzüne,
Söyle; Söyle hangi asrın saadetisin,

Lavinya çiçekleri koklanır boynunda,
Tenin toprak kokar,
Tenin intihar,
Tövbeler kifayetsiz,
Anlamsız kalmakta yeminler,
Saklanırken kabahatler koynunda,
Sana dokunmakta suç,
Senden uzak kalmakta,

Irgat elinde savrulur tenin,
Harmanlarda söylenen türkü,
Dudaklarda kavrulan har,
Hasatta bereket gibisin,
Hüzün; kırık bir ok bugün,
Yüzün; bağrıma gerilen yay,
Bak da öldür beni,
Yokluğundan hisseme düşen pay,
Ateşin sığındığı ten say,

Hayalin yetmez olmakta,
Avutmaya düşlerimi,
Hülyam; günaha açılan pencere,
Gülüşünün bedenime çizdiği çerçeve,
Ecnebiyi bile suçsuz-günahsız taşır mahşere,
Kalışım hayra alamet değil,
Dönüşüm fırtınadır,
Buhrandır,
Teninde kabullendiğim bu kanlı şer-e,
Sükût-u lisan edişim bundandır,

Adınla kabul görür makamında niyaz,
Naz suretinde o masmavi gözlerin,
Sen,
Söylemeye utandığım,
Dilimden sakladığım kelam,
Sen,
Gerçeklerimde gizlediğim sır,
Gölgemden sakındığım selam,
Sen,
Yüreğime kazınan nakış,
Ruhuma ecel gibi işleyen tesir,
Sen yaşama gayretim,
Sen çabam,
Kendime gücümün yetmezliği,
Kabul-u hal edişim bundandır.

Ne var olur yüreğimde yaz,
Ne kışı tükenir seninle,
Ellerinden yüzüme serpişen beyaz,
Üşürken en harlı ateş bile teninle,
Yüzüme çiçek saçar ayaz,
Yabancı bir tatsın yüreğime,
Ruhumdan ırak bir haz,
Saçlarında kavrulacaksa bu yaz,
Durma hadi,
Gülümse biraz,

Yıldızlar ard arda düşer geceden,
Akar ışıltısı,
Saçlarının sarısına,
Heba etmişim bilmeden,
Geçmiş damağından tatların en hası,
Sensiz gelmişim Ömrün yarısına,
Şimdi adın süzülürken dilimden,
Kan sızar dudağımın arasına,
Bilmem nasıl tükenir bu gam,
Nasıl çekerim bu yası,

Iskalanmış hedeflerim var benim,
Dünyayı versen boş artık,
Gülüşünde yerim dar benim,
Yitirmiş değerini elmasım, yakutum,
Para etmez sedeflerim var benim,
Sen titreyen elimin nişangâhı,
Sen suskun dilimin ahı,
Sen korkulu bir gece sabahı,
Ruhuma zulmeden fatih,
Zapteylenmiş diyarın şahıyım ben
Böylesi ağırdır, esaretin,
İçimi dağlayan kahırdır, cesaretin,
Ya bırak yüzlerini,
Düşlerimden gitsinler,
Ya öldür beni elinle,
Bahtıma kör kuyular,
Halime yılanlar,
Halime akrepler sevinsinler.

Lavinyam,
Ah çiçeklerin en kadersizi,
Vakitsiz ölüm var beyaz tende,
İtin birinin öptüğü yerde,
Namerdin dilinin değdiği bende,
Yakılmış şehirlerde tüten anısın,
Asaf’ın sırrını saklayan perde,

Düşlerin kirli senin,
Hep onun olduğun düşler,
El değmemiş gülüşlerin,
Azra, bakire,
Düşlerim ki garip,
Ruhum ki fakir,
Gülüşünden nasiplenir,
Duydukların en cilalı laflar,
Altın tasta sunulacak sana zehir,
Değecek kulaklarına en yakıcı iltifatlar,
Akacak o bembeyaz kir,
Dudaklarından bir kansızın,
Ölüm vakitsiz düşecek,
Üşüyecek yüzün, ansızın,
Ve yanacak teninde ki o mistik şehir,
Adına mutluluk denecekse,
O kollarda oluşun,
Yaşamakta bir seninle,
Ölmekte bir,

Islak toprakta çürürmüş tohum,
Baharın kavruk teninde yanarmış çim,
Elim ile boynuma geçirdiğim,
Sen ateşten ilmik,
Sen alevden boğum,
Sen esareti kabullendiğim seçim,

Zakkumlar isyanında bu suretin,
Dikenler, elinde çiçekleşir birden,
Yaban otlarını sümbüle, güle,
Zehri, zakkumu bile,
Misk eder şimdi güzelliğin,
Bakın, ettiğine bakın
Aşk denen bu meretin,
Adımı yenilgilerle düşürmekte dile,
Galibin dudağında ki söz, kal ile
Yüzünün ruhuma ettiği hile,
Yüreğimi taşıyla, toprağıyla bile,
Mest eder şimdi güzelliğin,
Sakın, sakın tadından bu ihanetin,
Bu dermansız ızdırap ki,
Yüzüme alçılan sille,
Bu içimi kavuran çile,
Azrail’i, eceli dize getiren hal ile
Canımdan geçtim, cesedime bile
Kast eder şimdi güzelliğin,
Büyür içimdeki bu verem hali,
Büyür nefretim,
Tenin hayır diyemediğim,
İhanetim,
Melekler can bulur suretin ile,
Uğruna âlemler yaratılmış nebi bile,
Kabul eder kulu, günah denen mal ile,
Taatinden geçtim, itikadımı bile
Test eder şimdi güzelliğin
İmanımı bile test eder güzelliğin…
 
Ali Üçpunar
Uzak Durmak

Uzak dur diyorsun ama sen bana
Ne yapayım sen çok yakınsın bana
Sema da tebessümü nü görürüm hayranım şafak'taki saçlarına
 
Ali Üçpunar

Yolcu 
Yol alır yolda bir nefer
Vardır her yolun ortasında bir sefer
İster ki olsun sonunda bir zafer
Kim bilir belki de kendisidir muzaffer

Yolun bir tarafında Cennet kokar Çiçekler
Diğer yanında pusuda dır aç köpekler
Bir de ağaçlar vardır
Sessiz mi çok sessizdirler
Gökteki bulutlar gibi kimsesizdirler
Ve hepsi sessizce seni izlerlerler
Bir tek şey isterler yalnızca bir şey beklerler;
Zaferin narasında olsun ALLAHU EKBER ler
 
Ali Üçpunar
Sana Rağmen 

Sana Rağmenİçimde kanayan yanıma
Kanattığın yarama rağmen,
Seni seviyorum,


Bilesin…

Pırıl pırılsın hala
Uyanamadığım düşümsün
Doyamadığım gülüşümsün
Sevgili…

Bir kuytu mavisin
Dokunulmamış, el değmemiş
Tenha bir koy gibisin
Ve bir denizsin ki, sevgili
Henüz keşfedilmemiş

Seni hala çok seviyorum

Bir bilsen seni essiz kılanları,
Uğrunda yakılıp yıkılanları,
Gözlerinde uyuyup,
Gamzende uyananları,
Bir bilebilsen...

Seni sevmek,
Seni anlayabilmek kadar güç,
Yokluğuna yanmak,
Yürek ister,
Varlığını bilmek dahi büyük suç!
Ki sana rağmen;

Hala çok seviyorum, bilesin
 
Ali Üçpunar
Üşüyorum Bu Gece

Bir başka üşüyorum bu gece,
Rüzgar daha bir güçlü savuruyor anıları,
Bu yağmur hayra alamet değil can-evim,
Yapraklar; karanlık sokağımın seyyahı,
Damlalar, penceremde kavgamdır artk.

Ayaz dilsiz, rüzgar sağır,
Gece,inadıma sensiz,
Boş odamda yankılanan;
Bir matemin ıslığı,
Çatlamış ellerime ay düşmüş,
Gülümseyen yüzün, sıcacık

Tut ellerimden,
Bırak sarsın koca bedenimi,
Ufak ve beyaz ellerin,
Bırak sarsın beni...

Titreyen parmaklarında sallanayım,
Darağacım ol,
Varsın;
Avuçlarına değsin cansız bedenim,
Beni, ellere bırakma ne olur,
Sımsıkı sar,
Sar ki,
Sensiz hep üşüyorum.
 
Ali Üçpunar
Saçları Ve Ben

Saçların daha bir güzel bugün,
Kızılı, dünkü matlığına inat,
Tenini saran canlı bir yeşil,
Soğuk Kasımlar neyime gerek,
Bırak sonbaharlar yeşilinde yansın,
Dokunma,
Sıcak mevsimler teninde kalsın...

Parmaklarında şekilsiz bir alyans,
Seni kimlere bağladı,
Parmaklarında tutsaklığın,
Bırak düşüversin yanaklarına,
Mahmur bir şafak gibi saçların,
Tutsaklığın ellerinde,
Ellerin olmuşluğun; sadece parmaklarında kalsın...

Saçların ayrı bir kızıl bugün,
Dağınık-Sıradışı,
Bakışlarında bir yuvanın buğusu,
Gözlerinde tekdüze bir yaşam,
Dokunma,
Öylece kalsın bir enkazın kızıllığı,
Soluğum, rüzgarın senin,
Saçların gözlerindeki düzene inat,
Saçların soluğumla dağılsın..


Saçların daha bir güzel bugün,
Öfkemin dili yok,
Yok özlemimin ne tanımı,
Ne tanığı,
Sana izinsizim,
Bakışlarım ülkende mülteci,
Ülkende kaçak,
Pasaportsuzum,
Ki görebilirsen kızıl saçlı kız,
Gözlerimle
Taşında-toprağında kızıllığındayım,
Gözlerimle tenindeyim...

Soluk nefesim öpücükler bırakır saçlarına,
Çok uzaktan dokunurum,
Afacan çocuklar gibiyim,
Sana usulca sokulurum,
Sende kaybettiklerime inat,
Saçlarında yitiklerimi bulurum
 
Ali Üçpunar
Hala Çok Seviyorum 

Pırıl pırılsın hala
Uyanamadığım düşümsün
Doyamadığım gülüşümsün
Sevgili…

Bir bilsen seni essiz kılanları,
Uğrunda yakılıp yıkılanları,
Gözlerinde uyuyup,
Gamzende uyananları,
Bir bilebilsen...

Seni sevmek,
Seni anlayabilmek kadar güç,
Yokluğuna yanmak,
Yürek ister,
Varlığını bilmek dahi büyük suç!
Ki sana rağmen;

Hala çok seviyorum
 
Ali Üçpunar
Gözlerine Bakıp Cennete Dalarak 

Gözlerine bakıp cennete dalarak
Sevdim onu ben
Kağıdı kalemi elime alıp saçmalayarak
Ona açıldım ben
Uzaktan hep uzaktan izleyerek
Hasret giderdim ben
Aramızdaki onca mesafeye rağmen
Kemiklerini kıra kıra sarıldım ona ben
Zaman aktıkça özleyen
Özledikçe seven biriydim ben
Biliyormusunuz?
Karşıma çıkıp öl deseydi
Ölürdüm onun için ben


23.06.2016
 
Ali Üçpunar
Ayaz Dilsiz 

Ayaz dilsiz, rüzgar sağır,
Gece,inadıma sensiz,
Boş odamda yankılanan;
Bir matemin ıslığı,
Çatlamış ellerime ay düşmüş,
Gülümseyen yüzün, sıcacık
 

affet allahım

Affet Allahım

Kalbimdeydi iki hece
demedim la ilahe illallah her gece
kapıldım boş bir hevese
Aşk şükretmekmiş her nefese
kulak vermedim damardan glene sese
Lakin aldatmadı bizi üç beş kese
her zaman karşımızdaydı üç beş kefere
İstmezmiydim zaferi koşmazmıydım sefere

Lakin kalbimi delmişti o iki hece

kalktı eller semâya dua etti mevlaya
Girmez olduk kavgaya bakmaz olduk davaya
Her gün iki hece saya saya
Lakin etmedim kimseyi rahatsız
Geçirmedik günümüzü kitapsız
Almış iki gözümüzü vicdansız
Lakin affet Allah'ım
 
Ali Üçpunar
Hz. Muhammed’in vefatına yakın günlerde, vefatı sırasında ve daha sonraları yaşanan bir takım olaylar, İslam toplumunda görüş ayrılıkları oluşması ile bunların gelişerek mezhepleşmesinde başat rol oynadı. Bu olayların temelinde ise devlet başkanlığı meselesi yani hilafet/imamet tartışmaları yatıyordu.
Hz. Muhammed, dini anlatma ve açıklamakla yükümlü bir peygamber olmasının yanında, 622 yazında Medine’ye Hicret’inden itibaren bu şehir devletinin idaresi görevini de üstlenmişti. İslam inancında, Allah’ın tüm âlemlere rahmet olarak gönderdiği son peygamber olan Hz. Muhammed'in nübüvveti, 13 Rebiulevvel 11/8 Haziran 632’deki vefatıyla birlikte sona erdi. Ancak devlet başkanlığı makımına gelecek kişinin belirlenme şekli, Müslümanlar arasında ciddi bir soruna dönüştü.
Konuyla ilgili kaynaklarda yer alan çeşitli rivayetlerden, Hz. Muhammed’in ölüm hastalığı esnasında yakınları ve akrabaları arasında hilafet konusunun mevzubahis edildiği, halifenin kendilerinden olmaması durumunda ilerisi için bir kısım endişeler taşıdıkları çıkarsaması yapılabilir. Bu esnada Hz. Muhammed’in kendisinden sonra halife yahut imamın kim olacağını açıklayacağı bir vasiyet yazdırmak istediği ancak bunun Hz. Ömer tarafından engellendiği şeklindeki rivayetler, mezheplerin teşekkülünün zeminini meydana getirdi.
İlk kıvılcım: Ensar-Muhacirin ayrışması
Hz. Muhammed’in vefatını takiben, Ensar (savuncular, yardımcılar) adıyla anılan Medineli Müslümanlar, Hz. Muhammed'in ardından din ve dünya işlerinin yürütülmesinin kendilerine ait olduğu iddiasıyla müzakerelere başladılar. Hatta Ensar içinden bir grup, Sa’d Bin Ubade’yi halife adayı ilan etti. Ensar, İslam’ı kabul ederek Müslümanların güçlenmesini sağladıkları, Mekke’den Medine'ye göç eden Kureyş kabilesinden Müslümanlara yani Muhacirlere (Muhacirin) kucak açtıkları gibi gerekçelerle devlet başkanlığının kendi hakları olduğunu öne sürdü.

Kureyş’in (Hz. Muhammed’in mensubu bulunduğu) Haşimoğulları (Haşimi) boyunun ileri gelenleri, Hz. Ali ile birlikte İslam peygamberinin defin işleriyle meşgul oldukları için bu tartışmalarda yer almadılar. Ancak rivayetler, onların riyaset meselesinin kendi görüşlerine başvurulmaksızın halledilmesine gücendiklerini gösteriyor.
Muhacirlerin önde gelenlerinden Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde, bu gelişme üzerine Sa’d’ın evine giderek tartışmaya katıldılar. Muhacirlerin görüşlerini dile getiren Hz. Ebu Bekir, uzunca bir konuşma yaparak Ensarın hakkını teslim etmekle beraber, eza ve cefa çekenlerin, yurtlarını terk edenlerin kendileri olduğunu anlatarak hilafetin Kureyş’e aidiyetini belirtti. Tartışmalar sonunda Hz. Ebu Bekir halife seçildi. Böylece İslam tarihinde, halifelerin seçimle vazifeye geldikleri çok özel bir periyod olan Hulefayı Râşidin (Raşit Halifeler) Dönemi başladı. 
Hz. Ebu Bekir’in seçildiği gün, aralarında Abbas Bin Abdulmuttalib, Fazıl Bin Abbas, Selman-ı Farisi, Ebu Zer, Zübeyr Bin Avvam, Ammar Bin Yasir, Ubey Bin Ka’b ve Mikdat Bin Esved’in yer aldığı Muhacirler ve Ensardan bazı kişiler, Hz. Ebu Bekir’e biat etmeyip Hz. Ali’nin halifeliğinden yana görüş belirttiler. Lakin Hz. Ali, kendi lehine gelişen tavırlara karşı çıktı.
Ertesi gün mescitte yapılan genel biatta, sahabe (Hz. Muhammed'i bizzat gören, hal ve tavırlarına tanıklık eden kişiler) arasından, Hz. Ali hariç, ismi geçen herkes Hz. Ebu Bekir’in riyasetini onayladı. Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’in kızı olan eşi Hz. Fatma’nın Hz. Ebu Bekir’e duyduğu kırgınlıktan dolayı biat etmeyi geciktirdiği, Hz. Fatma’nın vefatından sonra ise biat ettiği bilinmektedir.
Hz. Muhammed adına ümmetin idaresini üstlenecek kişinin tespit edilmesi, yani hilafet yahut imamet meselesi, Müslümanların yüz yüze kaldığı en büyük ihtilaf olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ihtilaf, günümüze kadar süren en uzun süreli anlaşmazlık konusudur; İslam toplumu hiçbir konuda, bu meselede olduğu ölçüde anlaşmazlığa düşmedi. Bizatihi hilafet ve imamet kavramları, mezheplerin konuya bakış açıları doğrultusunda belirlendi. Şia, imamet kavramının içeriğine çeşitli anlamlar yükleyerek konuyu iman boyutuna taşırken, Ehl-i Sünnet ise meseleyi Hz. Muhammed’den intikal eden toplumsal bir problem olarak değerlendirip hilafet kavramını bu çerçevede açıkladı.
Şia’nın düşüncesine göre, Hz. Muhammed bir vasiyet yazdırmış olsaydı, din ve dünya işlerinin yürütülmesi vazifesini mutlaka amcasının oğlu ve damadı olan Ali Bin Ebu Talib’e verdiğini, onun kendisinin naibi ve halefi olacağını belirtecekti. Fakat maksatlı olarak, Hz. Muhammed’in vasiyet yazdırmasına imkan sağlanmadı. Şia’ya muhalif fırkalar ise böyle bir durum gerekli olsaydı Hz. Muhammed’in ahirete intikal etmeden önce bunu mutlaka gerçekleştireceğini, çünkü dini tebliğ etmenin zaruri görevi olduğu şeklinde görüş serdetti.
Başlangıçtaki hilafet tartışmalarında, delil olarak herhangi bir nas (Kuran-ı Kerim veya hadis-i şeriflerde yer alan açık ve kesin hüküm) zikredilmedi. Mesele, teorik bir çerçeve çizilmeden ele alındı ve Arap siyasi geleneği uyarınca kabileler arası denge gözetilerek çözümlenmeye çalışıldı.
İslam dininin yasak ve tavsiyeleri ile Hz. Muhammed’in yoğun çabaları sayesinde kaybolmuş gibi görünen Arapların asabiyet alışkanlıkları, İslam peygamberinin vefatıyla yeniden etkisini gösterdi. Ensar arasında görüş birliğine varılamamasında kabileler ve boylar arasındaki husumet etkili oldu; asabiyet unsurunun tamamen yok olmadığı ortaya çıktı.
Tartışmalar sonunda ilk halife seçilen Hz. Ebu Bekir, kendisine biat edilmesi konusunda oldukça hoşgörülü davrandı. Biati geciktiren Hz. Ali ile biat etmeyen Sa’d Bin Ubade’ye hiçbir baskı yapılmadı.
Kaynaklar: İslâm Mezhepleri Tarihi, Ed. Hasan Onat, Sönmez Kutlu, Grafiker Y., Ankara, 2012.
İslam Düşünce Tarihinde Mezhepler, M. Saffet Sarıkaya, Rağbet Y., İstanbul, 2011.
Başlangıçtan Günümüze İslam Mezhepleri Tarihi, Mustafa Öz, Ensar Y., İstanbul, 2011.
Mezhepler Tarihi ve Terimleri Sözlüğü, Mustafa Öz, Ensar Y., İstanbul, 2012.
Mezhepler Tarihi Sözlüğü, Cevad Meşkûr, Ankara Okulu Y., Ankara, 2011.